Murat Büyükçelebi / Gazeteci / Yazar

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Murat Büyükçelebi / Gazeteci / Yazar

FETÖ'nün medya ayağı!

22 Nisan 2016 Cuma 21:22

Tarih: 17 Haziran 2007…

Ümraniye’de bir gecekondu’da 27 adet el bombası bulunuyor..

Ve ardından dalga dalga gelen Ergenekon operasyonları…

Sabahın 5’inde kapılar çalınıyor, evler basılıyor, askerler, akademisyenler, gazeteciler, yazarlar gözaltına alınıyor.

İşte, Türkiye’nin başına kabus gibi çöken süreç böylece başlamış oluyor.

Bu operasyonlarla birlikte Türk halkı, Beşiktaş’taki özel yetkili mahkeme ve uzun yıllar hafızalara kazınan bir isimle tanışıyor, operasyonların merkezindeki isim savcı Zekeriya Öz…

Hedefteki isimler ise, Atatürkçüler ve Türk ordusu…

‘’Ergenekon’’ adı verilen bir torbanın içine cemaate kim karşıysa dolduruluyor.

Adeta bir intikam duygusuyla, gözaltına alınanlar, şimdi tabanı yağlayıp kaçan savcı Öz’ün karşısına çıkarılıyor. Yaşını başını almış, değerli komutanlar, gazeteciler, hiçbir hukuk devletinde görülmeyecek şekilde, gece yarılarına kadar, suçlarının ne olduğunu bile anlayamadan sorgulanıyor ve tutuklanma istemiyle çıkarıldıkları mahkemeden, Silivri’nin yolunu tutuyor…

İşte, o günlerde, Türk halkı sadece bu maharetli savcı ve diğerleri ile tanışmadı. Ekranlarda birden bire boy gösteren, tiplerle de tanıştı.

 Bunların görevi de yapılan operasyonlara medya desteği vermek…

Yani kara propaganda yapmak, insanların beynini yıkamak..

Türk ordusunu itibarsızlaştırıp, çökertmek için yapılan kumpasa, destek vermek için canhıraş bir mücadeleye giren bu gazeteci kılıklı tipler, ekran ekran dolaşıp adeta birbirleriyle yarışıyordu.

Türk halkı, sabah yeni bir dalga ile uyanıyor, akşam da ekranlarda bu vicdan yoksunu adamların, kadınların, iftiralarını, yalanlarını, hakaretlerini dinliyordu. Şimdi Silivri’de bulunan ‘’Bavulcu’’ da o zaman ortaya çıkmıştı…

Bu cemaat tetikçileri, insanların zekaları ile alay edercesine yapılan bu tiyatronun, algı operasyonunu yönetiyor..AKP yandaşı gazeteciler de bunlara destek veriyordu.

Sanki karşılarında, Türk ordusunun komutanları yok da, düşman ordusu vardı… Sanki karşılarında meslektaşları yok da kan davalıları varmış gibi, kin ve nefret kusuyorlardı…

Daha sonra AKP’den milletvekili olan gazeteci Şamil Tayyar, Ergenekon üzerine kitaplar yazıyor, çıktığı her kanalda, ‘’ETÖ üyesi’’ diye tanımladıkları insanları linç etmek için boy gösteriyordu.

Tartışma programlarında bunların karşısına çıkan avukatlar, olayın gerçek yüzünü gösteriyor. Büyük bir hukuksuzluk yapıldığını söylüyor. Delillerin sahte olduğunu, büyük bir kumpas yapıldığını anlatıyor. Ama dinleyen kim? Kendileri gibi düşünmeyen herkes, bunlar için sözde ‘’Ergenekon terör örgütü’’nün üyesi…

Cemaat gazeteleri ve AKP’den beslenen gazeteler de, akla hayale gelmeyecek manşetler atıyordu. Hapiste hayatını kaybeden, parasızlıktan cenazesini belediyenin kaldırdığı Kuddusi Okkır için ‘’Ergenekon’un kasası’’ diyecek kadar gözleri dönmüştü. Gazetelerin içine sızmış, cemaat kuklaları, ellerine tutuşturulmuş yalan dolan haberleri, yazıişlerine pazarlamak için görevliydi. Kendi gazetemde bunlardan yoktu ama yakın çevreden gözlemliyordum. Düne kadar çömez muhabir olanlar, bir anda cemaatin kenarından köşesinden, yanaşıp kendine güç sağlamaya çalışıyordu. Operasyonları yöneten cemaat polisleri de bunları kullanıyordu. Hemen her gazetede bu tiplere rastlamak mümkündü...

Dönemin başbakan yardımcısı Bülent Arınç, katıldığı televizyon programında, ‘’Türkiye iyi bir noktaya gidiyor. Bu sıkıntılar, sancılar bir taraftan doğum sancısıdır. Bir taraftan da bağırsakların temizlenmesidir’’ diye konuşuyor. Bazı bakan ve milletvekilleri Arınç’tan aşağı kalmıyordu.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ‘’Ben Ergenekon’un savcısıyım’’ diyerek operasyonlara destek veriyor, Ana muhalefetin o zamanki lideri Deniz Baykal da ‘’Ergenekon’un avukatıyım’’ diyerek Silivri’dekilere sahip çıkıyordu.

Cemaat medyası yazarları, ‘’hadi bunu da alın, bu gazeteciyi neden almadınız’’ diyecek kadar pervasızlaşıyordu.

Özetleyecek olursak, büyük bölümünün, sahte delillerle tutuklu olduğu 275 sanıklı davada, canına kıyanlar, hayatını kaybedenler, perişan aileler, gözü yaşlı babasız büyüyen yavrular, hayatı zindan olan komutanlar, gazeteciler, akademisyenler, yazarlar…

Ve aradan geçen koca 9 yıl…

Şimdi gelelim bu güne…

AKP ile cemaatin arası bozulunca, daha doğrusu 17-25 aralık yolsuzluk soruşturması ortaya çıkınca malumunuz her şey tersine döndü..

Dün ETÖ diyenler bugün FETÖ oldu…

Günahsız insanları sahte delillerle içeri tıkanlar, Silivri’yi boyladı, o dönemin anlı şanlı savcıları da valizi kapıp yurtdışına kaçtı…

‘’Bir gün adalet size de lazım olacak dendiği zaman sırıtanlar’’ şimdi ‘’yandım anam’’ diyor…

İşte, İlahi adalet böyle bir şey..

Aklı, vicdanı olan, biraz olsun adalet duygusu taşıyan hiç kimse, başkasına  yapılan haksızlıktan, zulümden beslenmez… Gerçekten suçu olan varsa adalet önüne çıkarılmalı, gerekli cezaya çarptırılmalı… Her kim olursa olsun… İster gazeteci, ister asker, ister siyasetçi…

Ama sahte delillerle değil… Bir hukuk devletinde olması gerektiği gibi insanlar yargılanabilmeli. Kendisini savunabilmeli.

Geçtiğimiz gün Yargıtay herkesin merakla beklediği Ergenekon davası kararını açıkladı…

Hem de bir hukuk dersi verircesine,

Davayı tümden bozdu, yapılan hukuksuzlukları gözler önüne serdi.

Yargıtay davayı bozma gerekçesini şöyle sıralıyor…

*Danıştay Saldırısı davası, Ergenekon Davası ile birleştirilmemeliydi.
*Sanıkların gece vakti ifadeleri alındı.
*Sanıklara ve avukatlara süre sınırı konularak savunma izni verilmesi, sözlü      beyana izin verilmemesi hukuksuzdur.
*Sebepsiz yere davalar birleştirildi ve yargılama uzatıldı, hukuksuzdur.
*Devlet sırrı olduğu söylenen delili polis ve savcı inceleyemez. Avukat büro ve evlerinde usulsüz arama yapılmıştır.
*Askeri mahallerde usülsüz arama yapılmıştır.
*Dijital verilerin imajlarının arama mahallinde alınmaması bir kopyası sanığa verilmemesi hukuksuzluktur.
*Avukat ve müvekkili arasında gizli olması gereken görüşmeler hukuksuzca dinlenmiştir.
*Ergenekon Örgütünün kabulü mümkün değildir.
*Resmi kurumlar, Genelkurmay Başkanlığı, emniyet, “Ergenekon yok” dediği halde bu hususların dikkate alınmaması hukuksuzluktur.
*Ergenekon isimli terör örgütü yoktur.
*Ergenekon örgütünün ne zaman nerde kim tarafından kurulduğu nasıl üye olunduğu ispatlanamamıştır.
*Danıştay eylemi vahim eylemdir. Osman Yıldırım, Danıştay Saldırısı’ndan ceza almalıydı.
*Silivri’de kamu düzenini ilgilendiren hatalar yapılmıştır.

Bütün bu gerekçeleri okuyunca insan, o günlere tekrar gidiyor ve neler yapıldığını tüyleri ürperircesine hatırlıyor.

Her şeyden önce  Yargıtay ‘’böyle bir terör örgütü yok’’ diyor…

Peki şimdi ne olacak?

İnsanlar hapiste yattığı ile mi kalacak?,

Tutuksuz yargılananlar da, ‘’Terör örgütü üyesi’’ diye yaftalandığı ile mi?

Hayır böyle olmamalı…

Başta, Türk ordusuna olmak üzere bu kumpası kuranlar, belki şimdi hesap veriyor,

Ancak, bu kumpasın medya ayağını yürütenler de vermeli…

O günler, meydanı boş bulmuşçasına, ekranlara çıkıp algı operasyonu yapanlar, insanların aklıyla dalga geçenler, Türkan Saylan’a terörist diyenler, şimdi ‘’pardon’’ mu diyecek.. Yoksa kandırıldık mı?

Arkadaş sen gazetecisin…

Hakim değilsin, savcı değilsin…

Senin görevin bir davanın tetikçisi olmak değil…

Hukukçuların, şüpheyle baktığı bu davanın önüne yatmak senin işin değil…

Attığın manşetlerin, yazdığın köşelerin, salladığın iftiraların hesabını vermek  zorundasın…

Hatırlayalım,  bazı gazeteler ve yazarlar için o gün ne diyorlardı… Bunlar Ergenekon Terör Örgütü’nün medya ayağı…

O zaman siz de FETÖ’nün medya ayağısınız…

Şimdi, iktidara, Saray’a sığınıp paçayı kurtaramazsınız…

Cebinize indirdiğiniz yüklü maaşları, yalılarda, villalarda huzur içinde harcayamazsınız..

Hukuk önünde hesap vermelisiniz…

 

Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Sitemizdeki yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz.
Yazılım: CM Bilişim - Tasarım: INVIVA